2000’li yılların başında çekilen birçok bilim kurgu film hepimizin ilgisini çekmiştir. Duyduğumuz, hayranlıkla baktığımız birçok öngörüler vardı o zamanlar geleceğe dair. Uçan arabalardan tutun, robotların dünyayı istila etmesi, insanları köle olarak çalıştırmaları veya insanların hiç yerinden kalkmadan internete bağlanarak her türlü işlerini halledebileceği ile ilgili bir sürü tahminler yürütülüyordu geleceğe dair. Hepimiz merak ediyorduk acaba herkesin evinde bilgisayar olacak mı diye veya oturduğumuz yerden dünyanın diğer ucundaki sevdiklerimizi görebilecek miydik? Bazılarımızda korkuyordu acaba gerçekten yapay zekâ bizi ele geçirecek mi diye.
Tüm bunları düşündüğümüz yıllar öyle çok eski zamanlar değildi. Daha dün düşündüğümüz şeyleri bugün gerçekleştiriyorduk. Bilgisayar ceplerimize dahi girdi, internet parmaklarımızın ucunda. Cep telefonları, görüntülü görüşmeler, evimizden alışveriş yapmalar, beyin dalgaları ile cihazları yönlendirebilmemiz veya programladığımız robotları birçok alanda kullanabiliyor olmamız. Her geçen gün hayatımızın içine dijital ağlar ve gelişmeler daha fazla dahil olmaktadır. Bunları görmezlikten gelmemiz ise imkânsız.
Hayatımıza hızla giren dijitalleşme süreci, bizi sonunda her şeyin sayısal kodlarla ifade edildiği bir dünyayla yüz yüze getirdi. Böyle bir dünyanın merkezine de tüm bunlara imkân tanıyan internet oturdu. İnternet teknolojisi ve kapılarının açtığı sanal dünya, fiziksel dünyanın bedensel, mekânsal ve zamansal sınırlarından bağımsız olarak inşa edildi. İnsanlar sanal dünyada kendi kainatlarını oluşturdu. Bu alemde eğlenebilirler ya da kendilerini eğitebilirler, arkadaşlık ya da dayanışma arayabilirler, sanal topluluklar ve sanal kimlikler oluşturabilirler, daha önce tarihte gerçekleşmemiş yeni gelişmeler oluşturabilirler.
Böylece her geçen gün lügatimize yerleşen Sanallık kavramı da oluşmaya başlamıştır. Sanallık kavramı son yılların çok tartışılan konularından birisi haline dönüşmüştür. Sanallık (virtual) kavramı gerçekte var olmayan sanki varmış gibi algılanan ve hissedilen anlamında kullanılabilmektedir. Sanallık kavramı ile gelişmeler neticesinde Sanal Gerçeklik kavramı da ortaya çıkmıştır. Sanal gerçeklik (virtual reality) ise az önce bahsettiğimiz var olmayan olayların sanki gerçekten gerçekleşmiş gibi hissedilmesini, görülmesini ifade edebilir diyebiliriz. Hatta öyle ki 2000’li yıllarda yapılan filmlerde sanal gerçeklik ile ilgili birçok bilim kurgu filmler çekiliyordu. Bunlardan bir tanesi vizyona girdiğinde gerçekten sükse yaratan 1999 yapımı “Matrix” filmi tamamen sanal gerçeklik kavramı üzerine kurgulanmıştı. Filmde, tümüyle yapay zekâ makineler tarafından yönetilen ve insanların beynine gönderilen elektrik sinyalleri ile normal bir dünyada yaşadıkları simule edilen bir kurgu vardı. Bu dünyadaki insanlar aslında yaşamamakta, sadece beyinlerine gönderilen sinyallerle yaşadıklarını zannetmektelerdi. Yani tamamen sanal bir dünyada, sanki beyinlerinde canlandırılan gerçek yaşamlarıymış gibi yaşamlarını sürdürmektelerdi. İşte bu filmde bahsedilen dünya, sanal gerçekliğe çok iyi bir örnektir.
Sanal gerçeklik denince aklımıza sadece bu filmlerdeki gibi olaylar gelmesine gerek yok. Son zamanlarda yetişkinlerde dahil olmak üzere birçok kişiyi salgın hastalık gibi etkisi altına alan ve bağımlılık derecesinde tutku haline dönüşen çevrimiçi oyunları da bu konuya dahil edebiliriz. Bu oyunlar 7/24 oynanabildiği, sürekli gelişime ve değişime açık olduğu için insanlarda sürekli oynama isteği oluşturmakta ve bağımlılık gibi birçok olumsuz sonuca yol açmaktadır. Sürekli ekran başında olmak başta göz sağlığı olmak üzere sağlığımızı olumsuz etkilemekte, ailesini, derslerini, arkadaşlarını, günlük yaşamdaki gereksinimlerini dahi ihmal eden içine kapanık insanlar ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Eğer biraz araştırma yaparsanız sanal gerçeklik ile ilgili dünyada yaşanılan bazı felaketleri inceleyebilirsiniz. Ayrıca sanal dünyaya bağımlı olmak çocuklar ve gençler üzerinde duygusal anlamda değişikliklere de yol açmaktadır.
Sosyal medya kullanımı da bir nevi sanal dünya oluşturmaktadır. İnsanların tanımadığı birçok insan tarafından izlenebileceği ve dönüt alabilecekleri bu platformlarda sanal gerçeklik özelliği taşıyor diyebiliriz. Beğenilme ve paylaşma arzusu başta gençlerimiz olmak üzere çoğu insanı etkiliyor. Bunun sonucunda olmadığımız biri gibi davranabiliyor ve kendimize özel bir alan yaratıyoruz.
Sanal gerçeklik kavramının hayatımıza çok hızlı uyum sağlamasının nedenlerinden bir tanesi de bize adımımızı attığımız andan itibaren farklı, yeni bir dünya sunması. Bu gerçek olmayan dünyada kimse çok güzel/yakışıklı, akıllı olmak zorunda değil. Herkes genelde olmadığı kişidir. Aslında bu durum insanı öyle cezbediyor ki kişi gerçek dünyanın sorumluluklarından, yalnızlığından kurtulduğunu zannediyor. Her kötü alışkanlık gibi önce cezbediyor sonra vazgeçemeyeceğini düşündüğümüz bir bağımlılık halini alabiliyor. Her zaman dediğimiz gibi bilinçli bireyler olarak akıllıca kullanmalı ve gerçeklerden sakınmamalıyız.
Murat EKSİK
Comments